Akçadağ

MalatyaSozluk.com - Malatya'nın Yaşayan Ansiklopedisi

Bu madde taslaktır. Düzenlenmesi gerekmektedir. Tartışma sayfasından sizde katkıda bulunabilirsiniz.

Akçadağ'ın Osmanlı dönemindeki adı "Arga"dır. Arga kelimesi Bilge Umar’ın “Türkiye’deki tarihsel Adlar” kitabındaki bilgilere göre “Arga” Luvi kökenli bir kelime olup, “Yukarı, yüksek, sınır, ışıldayan, parıldayan, ışıltı, parıltı, ak, gümüş (parlak) anlamlarına gelmektedir. (Luviler Hititleri oluşturan ana topluluklardan birisidir.) Akçadağ merkezi ve çevredeki köylerde çok sayıda araştırılmamış, (Akçadağ, İkinciler, Ören, ... höyükleri. Özellikle Akçadağ ilçe merkezinde bulunan ve 60 yıl öncesine kadar tüm evlerin üzerinde bulunduğu çevresi iki km. uzunluğundaki dairesel höyük, Malatya Arslantepe höyüğünün bir eşi olabilir.) ancak en üst katlarında Roma-Bizans dönemi kalıntılarına rastlanan höyüklerin varlığı, erken Roma-Bizans dönemi birçok mezar odasının yine merkezde ve birçok köylerde bulunması, Ferik (Frig ? ) kalesi gibi kalıntılar yörenin ilkçağlardan beri iskan edildiğini göstermekte; "Arga" kelimesinin ait olduğu dil ile birlikte düşünülünce Akçadağ'ın Hititler döneminde kurulduğu sonucuna ulaşabiliriz.Hititlerin (M.Ö. 1750-M.Ö. 1100) tarihleri arasında yaşadığı göz önünde bulundurulursa Arga’nın ortalama bir tarih olarak M.Ö. 1500’lerde kurulmuş olduğu tahmin edilebilir.

Tarihi kayıtlarda Arga, Arka ( Arca, Arqa, Arha ) adıyla ilkçağ kentlerinden biri olarak geçen bu yerleşim yeri, aynı zamanda Akçadağ ilçesinin bölge olarak da kadim(eski) adıdır.

Arga coğrafi konum olarak Malatya’dan batıya ve güneye giden yolların kesiştiği bir noktadadır. Malatya ovasının bir ucunda kurulmuş ve sırtını korunmaya elverişli Güneydoğu Torosların uzantılarından olan Akçadağ ve Karadağ’a yaslamıştır. Merkezi konumdaki Malatya ise Fırat’ın geçit verdiği hakim bir yerde kurulmuştu. Malatya’nın karşısından Fırat’ı geçen eski yol Tohma vadisini izleyerek bir koldan Sivas yönüne giderken, diğer taraftan Şahnahan bölgesinden Beyler Deresini geçen yol Akçadağ’a ulaşmakta ve oradan bir koldan Karahan Gediğini aşıp Kayseri yönüne giderken ana yol olarak Doğanşehir-Sürgü istikametinde Adıyaman yönüne gitmekteydi.

Akçadağ, önünde geniş bir ovanın uzandığı, sulak ve tarıma elverişli konumu ile tarih boyunca kendisine yetebilen bir ekonomiye sahip olmuştur. Ayrıca tarım yanında hayvancılıkla da uğraşan halk için geniş meralar ve yaylaklar bulunmaktadır. Bu geniş ovanın bir ucunda Malatya diğer ucunda ise Akçadağ bulunmaktadır. Bu ovayı paylaşan iki yerleşim yeri; Akçadağ ve Malatya tarihte çoğunlukla aynı kaderi paylaşmış, hemen her zaman Akçadağ, Malatya ile birlikte istila edilmiş, Malatya ile birlikte devletler arasında el değiştirmiştir.

Akçadağ’ın eski Anadolu’da kuzey-güney ve doğu-batı Suriye ve Mısır yol güzergahı üzerinde bulunması sebebiyle her dönemde önemini korumuş olması gerekir. Tarihi devirler içerisinde Med ve Pers hakimiyetine giren yöre ticaret yolu üzerinde bulunduğundan önemini hiç yitirmemiştir. Ayrıca Hellen ve Romalılar döneminde Akçadağ ovası bir geçiş noktasıdır. Daha sonraları Osmanlı döneminde bu yol kuzey Anadolu’daki insanlar ile İran-Azerbaycan hac yolu olarak kullanılmıştır. Bu İran-Azerbaycan'lı hacılar Hicaz'a gitmek için değil aynı zamanda Hacı Bektaş'a gitmek için de bu yolu kullanıyorlardı.

Arga 940’larda Konstantinos Porphyrogrennetos’un eserinde Malatya yakınında bir yer olarak geçmektedir. Ramsay’ın “Arega, Arca ve Arga” olarak zikrettiği bu mevki Kommana’dan (Adıyaman) Melitene’ye (Malatya) giden yol üzerinde gösterilmiştir. Malatya’nın batı kesiminde Sultansuyu’nu geçtikten sonra ilk konaklama yeri olan Arga, 953-954’te meydana gelen Bizans-İslam mücadeleleri sırasında Malatya ile birlikte akınlara uğramıştır.

Bizans-İslam mücadeleleri sırasında bilhassa Abbasi ordusunda paralı asker olarak görev yapan Türk askerler zaman zaman Malatya bölgesini ele geçirmişler ve Malatya fetihler için bir uc (Suğur-avasım) bölgesi olmuştur. Malatya’da gerek Arap ve gerek Türk askerler için garnizonlar oluşturularak bahar aylarından itibaren Anadolu’nun içlerine akınlarda bulunulmuştur. Bu arada buraya yerleşmeye başlayan Türkler görülmeye başlanmıştır. Ancak bu Türklerin çoğunluğu henüz İslamiyeti kabul etmemiş paralı askerlerdir.

İran’da kurulan Büyük Selçuklu Devleti’nin öncü kuvvetleri 1045’lerden itibaren Doğu Anadolu’ya akınlar yapmaya başlamışlardır. Bu akınlar bir fetih amacı taşımaktan çok keşif ve yıpratma seferleri şeklinde olmuştur. Ancak Orta Asya bölgesinden gelip Selçuklu ülkesine yığılan Türkmenlere Selçuklu yöneticileri mecburen yeni vatan olarak Anadolu’yu göstermişler ve bunun sonucunda da Anadolu yerleşmek için ciddi akınlara ve fetihlere sahne olmuştur. 1058 yılında Selçuklu emiri Dinar komutasındaki 3.000 kişilik Selçuklu birliği Malatya şehir merkezini geçici olarak ele geçirmiş ve 10 gün kadar çevresine akınlar düzenledikten ve çevre kaleleri ve yerleşim yerlerini tahribata uğrattıktan sonra geri dönmüştür. Malatya bölgesine akınlar şiddetlenerek 1071 Malazgirt Zaferi’ne kadar fasılalarla devam etmiş, özellikle ünlü Türk komutanı Afşın buraları birkaç defa işgal etmiştir. Zaferden sonra ise Türkmenler kalıcı olarak Anadolu’ya akmaya başlamışlardır.

Malazgirt Zaferi’nden sonra Anadolu hızla Türkmen nüfusu ile iskan edilmeye başlamış, çok kısa sürede Ermeni, Süryani ve Gürcü topluluklar azınlıkta kalmış ve Anadolu’nun hemen her bölgesinde Türk Beylikleri ortaya çıkmıştır. Malatya ve Akçadağ bölgesi ise 1074 yılından sonra merkezi Tokat-Niksar olan Danişmendoğlu Ahmed tarafından kurulan Danişmendli beyliği topraklarına dahil olmuştur. Ancak kısa bir süre sonra Bizans generallerinden Filateros Maraş, Malatya, Harput ve Urfa’ya kadar olan bölgeleri ele geçirip bir beylik kurmuştur. Bu beylik Anadolu Selçukluklarına tabi’ olup yıllık vergi ödemekteydi.

Haçlı seferlerinin başlamasıyla Anadolu Selçuklu Devleti ve diğer beylikler uzun yıllar bu bela ile uğraşmak zorunda kalmışlardır. Akçadağ ve çevresi Haçlı seferlerinden de etkilenmiştir. Haçlılar, Antakya ve Urfa bölgelerini fetihlerinden sonra Adıyaman-Malatya bölgesinde de fetihler yapmak üzere harekete geçmişler, 1101 tarihinde Danişmendli Ahmed Gazi Malatya yöresinde Haçlıları yenmiş ardından 1. Kılıç Arslan bölgeyi Haçlılardan temizlemiş ve Malatya çevresini de Danişmendlilerden alarak Anadolu Selçuklu Devleti topraklarına katmıştır.(1105)

1113 senesinde Malatya çevresi, Harput hakimi ünlü Artuklu komutan Balak (Belek) Gazi tarafından istila edilmiş ova ve çevresindeki yerleşim yerleri yağma edilmiştir. Bu sırada Arga’daki Hıristiyanların da malları yağmalanmış ve içlerinden esir edilerek Harput bölgesine götürülenler olmuştur. Ancak daha sonra bu Arga’lı esirler Malatya’daki zengin Hıristiyan hayırseverler tarafından fidyeleri verilip satın alınarak azad edilmişlerdir..( Ebu’l-Ferec Tarihi-II, s-352)

1114 yılında ise Hasankeyf Artuklu emiri İbrahim’in Arga’ya kadar gelip yağmaladığını ve bir miktar esir aldığını Süryani Mihail belirtmektedir. (Süryani Mihail Vekayinamesi, s-65).

1143 yılında Selçuklu’lar Danişmendli beyliği içerisindeki taht kavgaları ve karışıklıklardan faydalanarak Malatya’yı almak için şehri kuşatmışlar fakat şehir dayandığı ve kuvvetleri kafi gelmediği için şehri alamayarak Arga’ya çekilmişlerdir. Çeşitli kesintilere uğramasına rağmen bölge 1226’ya kadar Danişmendli hakimiyetinde kalmıştır.

1282 yılında Moğol istilasının şiddetinden Akçadağ çevresi de nasibini almıştır. Fırat Nehri’ni Malatya’nın karşısındaki dar yerden geçen Moğollar, Akçadağ ve çevresini yağma etmişler, buradaki Hıristiyan ahalinin değerli mallarını aldıkları gibi birçoğunu da esir ederek götürmüşlerdir.

Akçadağ’da 1283 yılında şiddetli bir deprem olmuş ve tabir yerindeyse “taş taş üstünde kalmamıştır. Bu tarihte Akçadağ’ın “diyakosluk” olması önemli bir yerleşim yeri olduğunu ve nüfusunun da çağına göre bugünkü orta halli bir ilçe nüfusu kadar olduğu tahmin edilebilir. (Ebu'l- Ferec)

Anadolu’nun Moğol istilasıyla sarsılması ve Anadolu Selçuklu Devletinin yıkılmasıyla birlikte bölge uzun müddet çeşitli beyliklerin hakimiyetine girmiş ve istilalara uğramıştır. 1400 tarihinde Anadolu’ya girerek Sivas ve Elbistan’ı yerle bir eden Timur Malatya’ya gelmiş, şehri mukavemet olmadan teslim almış, verilen hediyelerden dolayı halka zarar vermemiş fakat çevresini Kahta’ya kadar kamilen yağmalamıştır. Bu yağmadan Arga’da nasibini almıştır. Hatta Doğanşehir (Zibatra) öyle yağmalanmıştır ki bu olaydan sonra adı Cumhuriyet dönemine kadar “Viranşehir” olarak söylenmiştir.

Bu dönemden Osmanlıların sağlam bir şekilde hakimiyetlerine aldığı 1516’ya kadar bölge İlhanlılar, Memluklular, Dulkadırlılar, Eretnalılar, Akkoyunlular, Osmanlılar, Timur Devleti tarafından zaman zaman ele geçirilerek yönetilmiştir. Ancak en çok Dulkadırlı Beyliği hakimiyetinde kalmıştır.

Akçadağ ve çevresi özellikle Dulkadırlı Beyliği döneminde yoğun olarak çeşitli Türkmen topluluklarının yerleşimine sahne olmuştur. Özellikle Dulkadırlıların ana topluluğunu oluşturan Harbendelu ve Mihmadlu Yörükleri yanında değişik zamanlarda Avşar, Kınık, Karkın, Döğer, Bayındır gibi Oğuz boylarının da yerleşmesiyle bölge tamamen Türkleşmiştir. Bu gün de bu isimleri taşıyan köy adlarına ve insanların soyadlarına sıkça rastlamaktayız.

Akçadağ için en önemli bilgilerin olduğu bir kaynak olarak “Kanuni Devri Malatya Tahrir Defteri”ni gösterebiliriz. Çünkü bu kaynakta 1560 tarihinde Malatya ile birlikte Akçadağ’ın köyleriyle birlikte nüfus yapısı, gelirleri, vergileri… ayrıntılı olarak kaydedilmiştir. Bu tapu tahrir defterine göre Akçadağ’ın durumunu şöylece özetleyebiliriz:

Bugünkü Akçadağ ve Hekimhan arazilerine tekabül eden kısım iki nahiye olarak bölümlendirilmiş; Hekimhan bölgesi “Ağcedağ Nahiyesi”, Akçadağ’ın bulunduğu bölge de “Kal’a-i Keder Beyt Nahiyesi” olarak kaydedilmiştir. İki nahiye arasında sınır Tohma Çayı’dır. Keder Beyt köyü bugün bulunmamaktadır. Ancak bugünkü Büyükköy civarında olduğu tahmin edilmekte ve adından da anlaşılacağı üzere kalesinin bulunması gerekir.

1560 tarihli tapu tahrir defterine göre Akçadağ’ın toplam vergi nüfusu Müslüman 1521 ve gayrimüslim 27’dir. (Bu gayrimüslim nüfusun tamamı Keder Beyt nahiyesi merkezindedir. Bu nüfus vergi veren erkek nüfusu temsil etmektedir.) Köyleriyle birlikte hane sayısı 1021’dir. Ancak bazı küçük mezralardaki hane sayısı belirtilmemiştir. Bu dönemde nüfusun 6500-7000 kişi arasında olduğunu söyleyebiliriz.

Akçadağ Celali isyanları dönemindeki kargaşalıktan yüksek seviyede etkilenmiş, özellikle ünlü Celaliler Karayazıcı ve Kiziroğlu Mustafa'nın bu sarp ve devletin elinin zor uzandığı bölgeyi yurt tutması; Yozgat-Sivas dolaylarında yaylayan ve Halep-Rakka civarında kışlayan Rişvan aşiretlerinin yaylak ve kışlak yolu üzerinde olmasından dolayı halk olumsuz yönde etkilenmiş, zaman zaman yerleşik halk ile eşkıya ve aşiretler arasında çatışmalar ve kavgalar olmuş, köyler boşalmış, nüfus azalmış, tarım ve hayvancılık sekteye uğramıştır. 1700'ler ile 1850'lü yıllar arasında bölge tam bir çatışma alanı olmuştur. Bu çatışmalar yerleşiklerle konar-göçerler arasında olduğu gibi, konar-göçerleri kontrol etmek ve eşkıyalık yapanları yakalamak için uğraşan devlet güçleri arasında da olmuştur.

1750'lerden sonra "ağa" adıyla söylenen ancak bilinen anlamıyla ağa değil de ayan-eşraf tabakasından insanlar bölgede hakim olmaya başlamışlardır. Bunlar gerektiğinde halkla devlet arasında aracı olan, zaman zaman anlaşmazlıkları çözen, zaman zaman da halkı soyan ve devlete karşı olan, emirlerinde silahlı adamları bulunan kimselerdir ki Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar etkin olmuşlardır. Bunlar arasında Kürecik aşiretlerini kontrol eden Asafoğlu ile Kasımoğlu'nu; Kürne aşiretlerini kontrol eden Velioğlu, Levendoğlu, Senemoğlu'nu sayabiliriz.

Bu "oğlu" adıyla anılan ayanlar zamanında bazı önemli olaylar olmuştur: Bunlardan ilki Asafoğlu'nun oğlunun 1737'de Sivas Bolucan'da öldürülmesiyle Asafoğlu'nun adamları on yıl kadar Divriği, Zara , Bolucan yörelerini yağmalar, insanları öldürür. Padişahın buyruğu üzerine, Sivas valisi Feyzullah Paşa ile Malatya Mutasarrıfı Abdurrahman Paşanın birlikleri, yöredeki eşkıyanın üzerine gider ve cezalandırılırlar. Bolucan cinayetinin alevlendirdiği bu büyük eşkıyalık hareketi, Asaf'ın Baraklılar tarafından öldürülmesiyle durmuştur.

1800’lü yılların başlarında Akçadağ ve çevresini en çok meşgul eden ve tahribata yol açan olaylardan birisi de Divriği’nin köklü ailelerinden olan Köse Paşa oğlu Veli Paşa’nın isyanı olayıdır.

Osmanlı valisi Divriği-Kangal hanedanı Veli bir Osmanlı paşasıdır. Zaman zaman devletle arası açılmasına rağmen ilişkilerini düzeltmeyi bilmiş, çevreyi haraca kestirmiştir. Ancak 1812 tarihinde, valilikten alınır. Bunu kabul etmeyen Veli Paşa Osmanlıya karşı isyan eder. Osmanlı Devleti Veli Paşayı yakalamak için Sivas valiliğine baskı yapar. Sivas valiliği Divriği’de ikamet eden Veli Paşa’nın konağına baskın düzenler. Veli Paşa bir gurup adamı ile bir yolunu bulur ve kaçmayı başarır. Soğuk bir kış günüdür. Paşa,sığınacak yer arar. Kaçarak Kürecik ağası Kasımoğlu'na sığınır. Sivas valisi Pehlivan Paşa gelerek Kürne bölgesini muhasara eder. Veli Paşa öldürülür ve çevredeki aşiretler özellikle Kasımoğlu cezalandırılır. Veli Paşa’nın 1813 yılına kadar devam eden ve Sırp ayaklanmasıyla çakışan isyanı Akçadağ, Hekimhan, Darende, Keban, Arapgir, Eğin(Kemaliye), Divriği çevrelerini felakete sürüklemiştir.

1860 yazında İranlı hacıların mallarının Akçadağ civarında gasbedildiği ve hacıların soyulduğu görülmektedir.Devletin takibatı sonucu eşkıyadan çoğu yakalanmış ve gasbettikleri mallar geri alınarak sahiplerine iade edilmiş, soyguncu eşkıyalar şiddetle cezalandırılmış, sağ olarak ele geçirilen eşkıya elebaşıları Vilayet merkezi olan Harput’a gönderilmiştir. Ayrıca olayda ihmali görülen Malatya merkez müdürü ile Akçadağ kaza müdürü Mustafa Efendi ve Meclis azaları azledilmiştir.

Akçadağ, “kaza” merkezi olarak 18.11.1850 tarihinde bugünkü Levent bucağında teşkilatlandırılmış, 1858 yılında ilçe merkezi şimdiki yerine Arga’ya nakledilmiştir.(BOA Dosya No:34 Gömlek 55) Akçadağ kazasına bugünkü Hekimhan, Polat, Hasançelebi ve Çelikhan (sonraları Doğanşehir ve Sürgü) ilçe ve beldeleri de nahiye olarak bağlanmıştır. Bu kadar geniş bir coğrafyanın merkezi olarak Akçadağ’ın seçilmesi ve Hamidiye Alaylarından bir birliğin burada teşkil edilmesi tesadüfi değildir. Akçadağ coğrafi olarak bu geniş bölgenin merkezi konumundadır. O günün şartlarında buradaki ordunun anılan bölgelere hızlı bir şekilde ulaşması mümkün olmaktadır. En önemlisi Akçadağ, süvari olan Hamidiye Alayının asker ve atlarının iaşesini temin edebilecek ovalara ve yaylalara sahiptir.

Kaza merkezi olarak öncelikle Levent bucağında teşkil olunması özellikle Kürne ve Kürecik aşiretlerinin yaşadığı, askeri takibatın zor olduğu dağlık alanlarda, hem bu yöreden olup eşkıyalık yapanlar ve hem de diğer bölgelerden gelerek yuvalanmış çeşitli eşkıyaları yakalamak, sarp ve dağlık alanlarda bir türlü önü alınamayan eşkıyalık faaliyetlerine son vermek için olsa gerektir. Nitekim aynı tarihte Akçadağ ve Dersim ahalisinin elindeki silahların toplanması için bir emir de çıkarılmıştır. (BOA Dosya:25) Bu şekilde bugün de terör olaylarını kontrol etmek için bazı küçük ilçelerin il yapılması örneğinde de görüldüğü gibi bölgedeki eşkıyalık faaliyetlerini kontrol edebilmek için, yerinden ve hızlı karar vermek amacıyla kaymakam ve diğer yetkililerin bölgeye hakim bir mevki olan ve eşkıyaların saklanabildikleri sarp bir bölge olması dolayısıyla Levent Bucağı’nda ilk kaymakamlık teşkilatı kurulmuş olmalıdır.

Bu arada Malatya’nın Hekimhan (27 Haziran 1921’de ayrıldı) ve Doğanşehir (1929’da Besni’den ayrılarak Akçadağ’a bağlanmış, 1946’da Akçadağ’dan ayrılarak ilçe olarak Malatya’ya bağlanmıştır.) ilçeleriyle Adıyaman’ın ilçesi Çelikhan’ın (1864-1927 arası) idari yönden Akçadağ’a bağlı olduğu ve bu kadar geniş bir alanın idaresinin de zor olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır.

Osmanlı Devleti buradaki karışıklıkları kesin olarak önlemek üzere Akçadağ bölgesinde de Hamidiye Süvari Alayları’nın teşkil edilmesine karar vermiştir. Özellikle buradaki eşkıyanın takibinde görev alacak askerler için Akçadağ’ın kaza merkezinde büyük bir askeri kışla yaptırılmıştır. Ayrıca bu askerlerin yiyecek ve at ihtiyacı için 11.09.1891 tarihinde Sultansuyu Harası’nın kurulmasına başlanmıştır. Bu haraya tahsis edilen geniş arazilerde yetiştirilen hububat ile askerlerin zahiresi temin edilmiş, geniş meralarda beslenen küçük ve büyükbaş hayvanlar ile de et ihtiyaçları karşılanmıştır.

Olaylar kontrol altına alındıkça yöreye konar-göçer aşiretler iskan edilmiş, nüfusu azalan köyler şenlendirilmeye çalışılmıştır. Özellikle Sultansuyu Harası arazisinde yeni köyler oluşturulmuş, Ark-ı Kebir açılarak büyük alanlar sulu tarıma açılmıştır.

3 Mart 1894’te Malatya ve çevresinde büyük bir deprem olmuş, soğukların devam ettiği bu mevsimde insanlar uzun müddet evlerine girememişlerdir. Özellikle Akçadağ’ın dağ köylerinde kayalar evlerin üzerlerine yuvarlanmış, köyler oturulamayacak hale gelmiştir. Bu depremde Akçadağ’daki insan kaybı hakkında kaynaklarda bilgi yoktur.

Ancak olaylar durulmamış, Akçadağ ve çevresi coğrafi yapısı sebebiyle eşkıyaları barındırmaya devam etmiş, bu arada bölgeyi kontrol edememenin faturası idarecilere çıkarılmış, kaymakamlar sık sık azledilerek yenileri tayin edilmiştir. 1896'dan sonra devlet duruma hakim olmaya başlamış ve yakalanan eşkıyalar için 1898’de bir de hapishane inşasına başlanmıştır. Bu tarihten itibaren bölgedeki olaylar sona ermeye başlamış, yaşanan ufak-tefek olaylar ise daha çok şahsi davalar şeklinde olmuştur. Yine de zaman zaman telgraf hatlarına zarar verildiği de görülmüştür. Dağlarında eşkıyaların barındığı ve bunları tevkif etmek için hapishanenin yapıldığı Akçadağ kaderin garip bir cilvesi olarak Cumhuriyetle birlikte inanılmaz bir sükunete kavuşmuş 12 Eylül 1980 öncesi ülkede meydana gelen büyük çaplı karışıklıktan bile çok az etkilenmiş ve çoğu zaman hapishanesi boş kalmıştır. Bugün yok denecek kadar az olayın meydana geldiği Akçadağ’da 1898’de yapılan hapishane de mahkum yokluğundan 1995’lerde kapatılmış, yapımından 100 yıl sonra 1998’de yıkılarak arsası şimdiki hükümet konağının bahçesine dahil edilmiştir.

Cumhuriyet döneminde halkın ilçe merkezinin tarihi adı olan "Arga" adı yerine tüm yöreye verilen "Akçadağ" adını benimsemesi ve daha çok kullanması sonucu ilçenin adı da resmi olarak değiştirilmiştir.

1928 yılında Malatya ve çevresiyle birlikte Akçadağ’da da büyük bir kuraklık ve ardından kıtlık olmuştur. Bahar gelince insanlar ot yemek zorunda kalmış, bu da çeşitli sindirim yolu hastalıklarına sebep olmuştur. Bu dönemde buğdayın kıratı 50 liraya, arpanın kıratı 4 liraya satılmıştır. Yollar açılınca özellikle Urfa’dan buğday getirilmeye başlanmış ve halk yavaş yavaş ferahlamış, bu sıkıntı uzun yıllar unutulmamıştır.

1930’da Nisan ayı sonlarına doğru Akçadağ çekirge istilasına uğramıştır.

1956 yılında 1 Ağustosu 2 Ağustosa bağlayan gece Akçadağ çarşısında büyük bir yangın çıkmış ve Akçadağ’ın çoğu ahşap ve kerpiç binalardan oluşan çarşısı tamamen yanmıştır. Bunun üzerine belediye tarafından tek katlı dükkanlar yapılmıştır. Bu dükkanlar bugün de kullanılmaktadır. (Şeytan Çarşısı çevresindeki dükkanlar)[1]

Kaynakça